AHİRETİ DÜŞÜNMEK…AKIBETİ DÜŞÜNMEK…
Ölüm gelir, önceden verdiği haberin peşine. Bazen ansızın, bazen görüne görüne. Melekler yaklaşır ruha, kimisinin yüzünü aydınlık edecek, kimisinin katran edecek haberlerle. Yıllarca içinde durduğu cesedi aslına/toprağa bırakarak çıkar ruhumuz aslına/Allah’a. Ardımızda, yarı şaşkınlık yarı teslimiyetle bakanlara inat. Cesedimizi bir beze koyarlar, adına kefen derler. Doğduğumuz da kundağa koyar gibi. Ağlayanlar, anlayanlar, aldananlar ardımızca gelir. Sonra geri dönerler sıra onlara gelene kadar. Gün büyük haberin günüdür. Her yer dürülmüş ve her şey:“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz. ”buyruğuna şahittir artık. Bir meydan kurulur. Adı mahşer, orada bekliyor bütün beşer. Her bir grup sınıflara ayrılmıştır. Her idrak/akıl sahibi, hesabın sorulacağı, hesabın verileceği anı bekler. Kimi ektiğinden cennet biçer, kimi ateş. Ne zor gün:” O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından, kaçar.
O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır. O gün bir takım yüzler aydınlıktır, gülmekte ve sevinmektedir. O gün birtakım yüzler de tozlanmış ve onları karanlık bürümüştür.” O gün, bizi beklediğine iman ettiğimiz halde, çoğu zaman nasıl olurda yaşadığımız hayatın türlü türlü hayallerine dalarız. Birini bitirsek, diğerini hesaplarız. Bu hayat için haddinden fazla palanlar kurar, ardına düşeriz. Öyle ki hesap ettiklerimiz için ömrümüz beş yüz! sene olsa yetmez. Neden?! Gideceğimiz biliyorsak! Neden?! Dünya hayatına bunca saplantımız. Ahirete inancımızda sıkıntı mı var?! Neden ölmeyecekmiş gibi hayatlarımızı sürdürüyoruz. Onlarca ölenden haberimiz varken. Bizden öncekiler mezarlıkları doldurmuşken. İnsanı neden Ahiret yurdu, dünya yurdu kadar endişelendirmez. Belli ki bir sapma var! Evet evet, fark edilmeyen/itiraf edilmeyen sapma! Çok yakında ki gerçeği, uzakta görüyoruz. Bu sapma, gözümüzün çırpmasından daha yakın olan ölümü, başkalarına yakıştırmaktandır. Önce olan kulluğu sonraya bırakmaktandır.
Gözden ırak tutunca ahireti, dünya yakın oldu. Bu yüzden bulunduğumuz yerleri kendimizin sanırız. “Ey inananlar! Allah'tan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın; Allah'tan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır”. Ayeti, çoğu zaman beklentilerimizi belirlemez. Yarınını düşünmeyenlerin, "Keşke toprak olsaydım" çaresizliği, gönül tellerimize düşmez. Halbu ki bilmezdik, buraların dünya olduğunu. Geldik öğrendik. Öğrenmek için sayısız imkânlar/fırsatlar bulduk. Ama ahireti biliyoruz. Akıbeti haber veren, Allah (c.c.)’ın haber vermesiyle. Şunu da iyi biliyoruz ki orada kaybedilen cenneti kazandıracak, yanan ateşi söndürecek fırsatlar olmayacak. Er/hatun kişi, diye uğurlandığımız Ahiret yurdun da inancımız, rütbemiz olacaktır. Kimisi O’na kul olmanın şerefini tartacak mizanda, kimisi nankörlüğün ateşini. Orada rütbeyi Allah (c.c.) verecektir.” O gün gerçek hükümdarlık Rahman’ındır.
İnkârcılar için yaman bir gündür” Orada dünyaya ait olan hiçbir şey yanımızda olmayacak. İlk defa yaratıldığımız gibi kazandıklarımızı:”ardımızda bırakacağız” O gün, sadece Rabbimizin razı olduğu: “doğrulara, doğruluklarının fayda verdiği gündür” O gün, Allahın emanetini/kitabını her şeyin üstünde tutanların sevinç ve mutlulukla:"Alın, kitabımı okuyun” diyecekleri; Allah (c.c.) vahyetmemiş gibi hayatlarını mahvedenlerin:"Kitabım keşke bana verilmeseydi” diyeceği gündür. Hızla o gün geliyor. Şu yazıyı okuyana kadar kaç kişi göçtü dünyadan. Hangimizin kaç günü kaldı bilmiyoruz. Ama günlerimizi neyle geçirdiğimizi biliyoruz. O halde şunu da bilmek gerekir: “hiç ölmeyecek gibi değil, hemen ölecekmişiz gibi” hayatlarımızın hesabını, doğru tutmak gerekir. Onca günler geçti ömrümüzden kaçı zararda, kaçı karda. Ya bugün, Ahiret için ne hazırladık!
Mustafa Kolcu