Gözlerimden süzülen iki damla yaşın nedenini hâlâ bilmiyorum. Öyle sulu gözlü biri sayılmam ama "Yetenek Sizsiniz Türkiye" yarışmasının sonlarına doğru İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Zihinsel Engelliler Mehter Takımı'nı izlerken çok duygulandım. Sebebi; o şahane insanların yüzlerindeki muazzam mutluluk ifadesi miydi, toplum içine karışamayan binlerce engellinin aklıma gelmesi miydi, solist kızın yanık sesi miydi, yoksa "Helâl olsun size" diye şaha kalkan yüreğimin göz pınarlarıma pompaladığı adrenalin miydi bilmiyorum, ama ağlıyordum işte... İki gönüllü öğretmen aylarca çalıştırmıştı onları. Ortalama yüzde 40 hasarlıydı beyinleri. Ama bir "Ceddin deden, neslin baban" çalıp, söylediler ki, olmaz böyle şey. Ardından yanık bir Rumeli türküsü ile bir kez daha fethettiler yürekleri... Hele kös çalan delikanlının, tokmağı davula her vuruşunda kafasındaki kocaman kavuğun burnuna kadar düşmesi yok mu, televizyonun içine girip, alnından öpmek geldi içimden. Başka yetenek aramaya ne hacet? Yetenek sizsiniz be çocuklar, yetenek sizsiniz!.. Malum, mehteran "iki ileri, bir geri" adım atar. Ama bu çocuklar, önlerine konulan tüm engellerin üzerinden uçarcasına atlıyorlardı. Zira yüreklerinin vitesi "üç ileri" idi... Helâl olsun onlara, helâl olsun onlara emek verenlere ve helâl olsun bu güzelliği önümüze seren sevgili Acun'a...
Ahmet böyle Çakar!
Cumartesi gecesi "Telegol"de Ahmet Çakar yoktu. Ama Diyarbakır'daki olaylar nedeniyle yayına telefonla bağlanmıştı. "Gökmen Özdenak'ın söylediklerine inanamıyorum" diye söze başlayıp, Özdenak'a ağır sitemlerde bulundu. Özdenak da "Yarın buraya gel, burada konuşalım. Kaçak oynama" diye yanıt verdi. Pazar gecesi için yapılan bu karşılıklı düello daveti, beni endişelendirdi. Zira her alanda büyük bir gerginlik yaşadığımız şu günlerde, yangına benzin dökmeye yönelik tüm girişimler beni rahatsız ediyordu. Ama korktuğum olmadı. "Telegol"ün yorumcuları sağduyuyu elden bırakmadan, ama sözlerini de sakınmadan medeni ölçüler içinde kalmayı başardılar. "Telegol" gecesinden ise aklımda Ahmet Çakar'ın şu ilginç sözleri kaldı:
"Maçtan önce hakem Bünyamin Gezer'in yüreğine civciv girmiş. Sen yüreğe civciv girmesi ne demek bilir misin Serhat? Yüreğine civciv girerse, maçı yönetemezsin. O civciv pıt pıt yer adamı çünkü..."
"Bu Bilica'nın, bırakın Fenerbahçe takımında top oynamayı, Fenerbahçe semt pazarında simit satmaya bile hakkı yok!.."
"Bu olay çok ucuz atlatıldı. Maazallah Bursaspor otobüsünü bazuka ile vurabilirlerdi!.."
Olimpos'ta bir gece
Cuma akşamüstü telefonum çaldı. Bizim sektörde "Konuk Çetesi" olarak bilinen ve hatta aynı isimle Pal FM'de bir de radyo programı yapan konuk koordinatörü sevgili Ayşegül kardeşim arıyordu. Biraz sıkılgan, çokça mahcup bir ses tonuyla, "Eee, şeyy, Yüksel Bey biliyorum çok geç olacak ama bu akşam Emel Sayın'ın TRT Müzik'teki programına konuk olabilir misiniz? Nebahat Çehre katılacaktı ama dün düşüp, bacağını incitmiş. Emel Hanım sizden ricada bulunmamızı istedi" dedi. O akşam için planladığım bir randevu ve bir toplantıyı yıldırım hızıyla iptal edip, koşa koşa Emel Sayın ve Yaşar Özel'in yanına gittim... İyi ki de gitmişim. Hayatımda bu kadar keyif aldığım program sayısı pek enderdir. O muhteşem seslerle yüreğimi çitiledim, ak pak ettim. İki usta sanatçı hiç prova etmemelerine rağmen, canlı yayında öyle muhteşem düetler yaptılar ki, anlatamam. Bir ara beni de aralarına aldılar. Bir yanımda çağlayan Emel Sayın, öte yanımda gök gürültüsü Yaşar Özel, benim sesim arada kedi miyavlaması gibi çıktı.. Hele Yaşar Özel'in tonundan okumaya kalkmayayım mı? Onun indiği pesler, benim için "grizu" tehlikesi taşıyordu. O derinlikte patladım tabii... Yine de şef Selçuk Tekay beyefendi, tüm nezaketiyle bana albüm teklif etti. Sanırım müzik kariyerini noktalamak istiyordu! Yayında da söyledim. O gece sanki helikopterle Olimpos Dağı'nın zirvesine indirilmiş gibiydim. Bir yanımda Sayın, diğer yanımda Özel... Yolunu kaybetmiş bir fani olarak dağın mitolojik tanrı ve tanrıçaları arasına karışmıştım... Ve ben günün birinde Cihan Ünal'ın "dublörlüğünü" yapmayı beklerken, kaderin garip bir cilvesiyle bana "Nebahat Çehre'nin dublörlüğü" kısmet olmuştu... Ama ne yalan söyleyeyim, hiiiç şikayetim olmadı.
Meslek onuru yerlerde
Sohbet programlarında sıkça yaşanan bir durum var. Sunucu, konuğuyla ilgili daha önce medyada yayınlamış röportajlardan alıntılar yapıp, bunu soru olarak yöneltiyor: "Bir röportajınızda şöyle şöyle demişsiniz, hâlâ aynı fikirde misiniz?" gibi. O anda konuğun yüzü değişiyor. Hemen savunma pozisyonu alıyor ve klişe yanıtı yapıştırıyor: "Aslında ben öyle bir şey demedim. Bilirsiniz, röportajların nasıl yapıldığını... İşlerine gelen yeri cımbızla alıp, manşete taşıdıkları için öyle bir ifade ortaya çıkmış. Oysa ben demiştim ki..." diye başlayan uzuuuun bir açıklama geliyor. Bu durum, bizim mesleğe duyulan güven ve saygıyı ciddi şekilde tehdit ediyor. İzleyenlerin zihninde; tüm röportajların güvenilmez olduğu, röportaj yapan gazetecilerin de "uydurdukları" şeklinde yanlış bir kanı oluşuyor. (Vallahi böyle giderse, gazeteciye kız vermeyecekler, ben söyleyeyim...) Böyle durumlarda röportajı yapan meslektaşlarımızı, ellerindeki kayıt ve belgelerle kendilerini "yalancılıkla" itham edenlerin karşılarına dikilmeye davet ediyorum. Teyp kayıtlarını alıp, "Bak, demişsin işte" diye burunlarına sokmalılar. Meslek kuruluşları da gazetecilik onurunu korumak ve üyelerinin hakkını teslim etmek adına "takipçi" olmalı, bu iddia ve yakıştırmaların peşini bırakmamalı... Tabii, icraatlarıyla meslekte "güven bunalımına" yol açan çürük yumurtaları da ayıklamak şartıyla... Zira her meslekte olduğu gibi bizim sektörde de işini lâyığıyla yapanlar olduğu gibi, sırf sansasyon yaratmak ya da sivrilmek için karşılarındaki ünlünün yanıtlarını çarpıtanlar da var.
Kurtarıyor mu?
Beyazıt Öztürk'ün bu hafta anlattığı "aile anısına" çok güldüm. Beyaz ve ağabeyi Korkut, her ay annelerine zarf içinde genel harcamalar için bir meblağ bırakırlarmış. Bu aykinin ulaşıp ulaşmadığını kontrol etmek için ağabey Korkut, annesine telefon etmiş. O sırada da otoparkta otomobiliyle manevra yapmaktaymış. Anne telefondayken, Korkut o anda park görevlisine "Kurtarıyor mu?" diye sormuş. Anne de lafı üzerine alınmasın mı? "Kurtarmıyor ama ne yapalım evladım, idare edeceğiz..." İşte ben buna "aile boyu talk show" derim!..
En genç ihtiyarlar
Haftanın spor gündemi pek kasvetliydi. Sahalarda ve salonlarda ortaya çıkan manzara, sporun gerçek ruhunu inkar edecek nitelikteydi. Başımın üzerindeki kara bulutları dağıtmam için Lig TV'den canlı yayınlanan Fenerbahçe - Antalyaspor maçına kadar beklemem gerekti. Karşılaşmada öyle muhteşem iki görüntü vardı ki, içimde güller, yüzümde gülücükler açtırdı. Yaşlarının 70'in üzerinde olduğunu tahmin ettiğim çift, paltolarının üzerine Fenerbahçe formalarını giymiş. Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın tribünlerinde büyük bir heyecan içinde karşılaşmayı izliyorlardı. "Keşke..." dedim içimden, "...Yönetmen köşeye bir pencere açsa da bu tonton ihtiyarların görüntüsünü sürekli ekranda tutsa..." Sonra umutla bekledim. Devre arasında ya da maç sonunda Lig TV muhabirleri o çifti bulup, röportaj yapar diye... Yoktu. Oysa benim uzun yıllar yanında çalıştığım Şansal Ağabey (Büyüka) böyle harika detayları asla kaçırmaz, hemen muhabirlerine talimat verirdi. Kim bilir belki de röportajı hafta içindeki programlara saklamışlardır. Umutla beklemeye devam edeceğim...
Gaf kürsüsü
"Disko Kralı"nda Okan Bayülgen, "Ve Murat Akkoyunluuu" diye anons yaptı ama sahneye Ahmet Saraçoğlu geldi...
Ne demiş?
Beyaz Show'da Ankara'da konser veren maNga grubuna canlı bağlantı yapıldı. Beyaz, yorgun oldukları her hallerinden belli olan gruba sordu: "Beraber yapmaktan keyif almadığınız ama mecbur olduğunuz bir şey var mı? Ferman Akgül anında yanıtladı: "Konser sonrası canlı yayında röportaj yapmak!.."
Ne demiş?
Beyaz Show'da Ankara'da konser veren maNga grubuna canlı bağlantı yapıldı. Beyaz, yorgun oldukları her hallerinden belli olan gruba sordu: "Beraber yapmaktan keyif almadığınız ama mecbur olduğunuz bir şey var mı? Ferman Akgül anında yanıtladı: "Konser sonrası canlı yayında röportaj yapmak!.."