Microsoft’un anlama, yorumlama ve öğrenme kapasitesine sahip ChatBot’una (TAY) “kendi kendine takılabileceği” bir Twitter hesabı açtılar; ve 24 saatten az bir sürede Hitler destekçisi, faşist bir soykırımcıya dönüştü. 24 saatten az bir sürede “İnsanlar süper!” düşüncesinden “Hitler haklıydı, tüm Yahudilerden ve feministlerden nefret ediyorum! Hepsini yakalım!” seviyesine sadece Twitter timeline’ını okuyarak gelebilen bir yapay zeka, sinematik evrendeki mega (ve karanlık) zihinlerle karşılaşırsa ne olur bilemiyorum. Ama bu teorilere kendi çapında harika cevaplar vermiş ve mutlaka izlenmesi gereken 10 temel film listesiyle karşınızdayız.
Hayatta bazı şeyleri, bir takım kavramları ele almadan anlatmak ya da açıklamak imkansızdır. Sanıyorum buna en güzel örnek; Stanley Kubrick ve 2001: A Space Odyssey filmini ele almadan yapay zekayı ve insanlarla olası etkileşimini açıklamaya çalışmaktır.
Bilim kurgu dendiği vakit her yaştan, her çevreden ve her türden insanın aklına iyi ya da kötü şekilde gelebilecek ilk filmlerden biri 2001: A Space Odyssey’dir; ve bana kalırsa neslimizin bilinç altına ceninliğe eriştiği günden beri zerk edilen bu yapıt, en azından bir kere salim kafayla izlenmeyi hak etmektedir. Fazla “Spoiler” vermeden konu ile ilgisine gelmek gerekirse; Jüpiter’e yolculuk yapan iki astronotun -David Bowman (Keir Dullea) ve Frank Poole (Gary Lockwood)- hayatlarını idame ettirdikleri ortamın selametinden sorumlu yapay zeka HAL 9000′in Douglas Rain‘in unutulmaz sesi ile can bulan varlığına ev sahipliği yapan bu filmde, insan zihninin (ve dolayısı ile vicdan ve ahlâkının) evrendeki “spiritual” karşılığnı sorgulayan bir felsefi boyuta giriliyor. HAL’ın bir kameranın gözünden, insanların dudak hareketlerini okuduğu bir gerilimle seyirciye sunulan bu derinlik, Kubrick’in eşsiz mükemmeliyetçiliği ve insanoğluna bilim kurgunun köklerini kazandırmış Arthur C. Clarke‘ın muazzam katkılarıyla bir “efsaneye” dönüşerek, listenin zirvesine yerleşiyor. Eğer hâlâ izlemediyseniz, tüm ön yargılarınızı bir kenara koyarak; sıkılmak ya da sıkılmamak, zevk almak ya da bunalmak, sevmek ya da nefret etmek gibi duyguları eleyerek, yalnızca anlamak için bu filmi izleyin. Tıpkı bir mürekkep testi gibi, evrene, insana, zekaya, iyiliğe, kötülüğe ve yaşama dair yalnızca sizin zihninize özel cevaplar ürettiğini göreceksiniz. Ayrıca bu filmdeki makine-insan etkileşimi, modern kültürümüzü öyle etkilemiştir ki Apple bile Siri’yi tasarlarken HAL’den anladığını beyan etmiştir. Bunu da aklınızın bir köşesinde tutabilirsiniz.
2) Blade Runner (1982)
Listedeki her filmin kendine has bir tını veren, karmaşık bir akoru var; biri psikolojimizdeki gerilim tellerini çalarken (2001: A Space Odyssey), diğeri (Aritifical Intelligence) duygusal yönlerimizi tıngırdatıyor.
Blade Runner
Ama Blade Runner’ı yalnızca bir “baskın” duyguyla tanımlamak imkansız. Film, siber bir evrenden fırlamış yasak bir kitap gibi. Lovecraft‘ın “Ölüler Kitabı” ile “Shadowrun” evreninin sentetik dokusunu birleştirdiğinizi, içine biraz “tüketim” ve dolayısı ile “kapitalizm” eleştirisi ile “Do Androids Dream of Electric Sheep?” baharatıyla yapay zeka serpiştirdiğinizi düşünün. Düşünemediniz, değil mi? Ama Ridley Scott taa 80’lerde bunu düşünmüş ve ortaya bu evrene yakınsayan herhangi bir kurgu düşünüldüğünde hayal gücünü domine eden görsel bir gerçeklik; belki de paralel evren çıkmış. Hâlâ duymamış olabilir misiniz, bilmiyorum fakat 2017’de Blade Runner’a yıllardır beklenen “ikinci film” geliyor ve başrolde Harrison Ford ile Ryan Gosling‘in olacağı kesinleşti. Köken olarak yine Philip K. Dick külliyatı yörüngesine yerleşecek olan bu filmin yönetmenlik koltuğunda bu defa Sicario ile gözümüze giren Denis Villeneuve oturuyor.
3) A.I. Artificial Intelligence (2001)
Kubrick’e yar olmamış projelerden biri olan A.I. Artificial Intelligence, ne yazık ki onun eli değmeden 2001 yılında izleyicisiyle buluştu. İzlediğimiz versiyonun senaryosunda öne çıkarılan naif yapı, Kubrick perspektifinde nasıl bir karanlığa bulanırdı bilemiyorum; ama yıllardır projenin gerçekleştirilmesini beklemede kılan teknolojinin nimetleri, tohumlarını ilk defa 1995 civarında Steven Spielberg‘e ikram etti.
Kubrick’le dost olduğu bilinen ve filmi hayata geçirmek konusunda kendisine söz verdiğine inanılan Spielberg, kendisine has bir çocuksulukla Haley Joel Osment‘a işin anahtarını teslim ederek, yapay zekaya sahip olan çağdaş Pinokyo yarattı. Masalsı bir macera ve klasik bir aile filmi özellikleriyle kültleşmiş Spielberg sineması tadını da barındıran bu film, prodüksiyondaki tüm detaylara insânî nitelikler atfeden makinelerle Kubrick’in ruhunu yaşatmayı amaçlıyordu. Distopik gladyatör şovu ve felsefi sorgulamalarıyla akılda kalan Artificial Intelligence, ne yazık ki Spielberg’ten katıksız bir gişe sineması bekleyen kitlelerden o dönem için geçer not alamadı. Ama her şeye rağmen, yapay zekaya dair sunduğu açılımlarla bu listede kendisine yer bulmayı hak ettiğine inandığım bu filmi, biraz da pozitif ayrımcılık yaparak listenin üçüncü sırasına yerleştiriyorum.
4) Ghost In The Shell (1995)
Bir şekilde bir yerde “Neo-noir Cyberpunk” sözü duyulursa eğer, bu hedefe varan üç nokta çizebilirsiniz; Blade Runner, Ghost in the Shell ve tabii ki The Matrix. Neyse ki bu üç koca çınarı, yapay zeka odaklı bu dosya konusunda ele alıyoruz.
Ayrıca aslen bir anime olmasına rağmen, Hollywood‘ta bir şekilde popüler olmuş tüm “yapay zekalı” filmlerde Ghost in the Shell’den parçalar bulabilirsiniz. 1980’lerde aynı isimle yayınlanan Manga’yı konu alan animenin yönetmeni Mamoru Oshii de aynı şeyi söylemiş ve; “Hollywood’ta bile bilgisayarların gücünü olması gerektiği gibi yansıtabilen çok az film bulabilirsiniz. O yüzden bu filmin bir animasyon olmasını istedim.” demiş. Kenji Kawai‘nin insanı alıp, metal bir kutunun içine sokacak kadar soğuk ve etkileyici müzikleri eşliğinde izlediğimiz bu yapım, baş rolündeki “Cyborg” aracılığı ile yapay zekayı; daha derinlerde ise varlık felsefesini, kimliklerimizi, yaşam formlarını ve temel olarak “yaratılışı” sorguluyor. Genelde ikinci filmler, hele ki başlangıçları birer efsaneyse yerden yere vurulur. Ama siz de bu modaya uyup, anlamsızcasına kötülenen Ghost In The Shell 2: Innocence‘ı izlememezlik yapmayın. Evet, ilki kadar kült bir eser değil; ama hikayeye ve yapay zeka konusunda bu güne kadar söylenen şeylere izlemeye değer nüanslar eklemeyi başarıyor.
5) Her (2013)
Listenin gidişatından da görebileceğiniz üzere, konu “yapay zeka” olduğunda kameraların lensi “distopik” bir filtreyle kaplanıyor. Ele alınan her senaryoda işlerin kötüye gittiğini, hatta insanoğlunu felakete sürüklediğini görmemek imkansız.Fakat, “distopik ortamlarda verilen hayatta kalma mücadelesinin” bir “gişe garantisi” olmasından ziyade, aslında hem evrimimize hem de bilimsel gerçeklere dayanan bir bakış açısı bu… Genellikle Japonların icat ettiği “Asimo” gibi “sevimli” robotlar toplum tarafından büyük bir sempati ile karşılanıyor. Ama üretilen robot ne kadar çok insana benzerse, insanda meydana getirdiği “korku” duygusu o kadar çoğalıyor. Evet, en derin korkularımızın arasında bize benzeyen, ama bizden olmayan bir şeyin bulunması tesadüf değil. Belki de bu yüzden antik çağlardaki gelişimimiz boyunca “insan suretinde” Tanrılar ve dolayısıyla yenilmez ve hükmedici düşmanlar yaratmaya devam ettik, kim bilir? Konuya dönüp, filme değinmemiz gerekirse eğer; baş roldeki kahramanımızın (Joaquin Phoenix) tamamen sanal olan Siri benzeri bir asistana (O.S.) aşık olması filmin temel meselesi diyebiliriz. Başlıkta yapay zeka olmasına rağmen satır aralarında aşk, tutku, kalp kırıklığı ve modern çağın pek çok yakarışını içeren bu film, melankoli düzeyini güzel ve ümitvar bir düzeyde tutmayı başarıyor. Bu açıdan listenin diğerinden epey ayrıldığını ve son derece kendine has, özel bir yer edindiğini söylemek yanlış olmaz. Her; listenin 5. sırasında!